Kimsesiz çocukların, sahipsiz çerçevelerin kanamalarında bulmuştum
Seni ve senle beraber gelen etiketli mutlulukları..
Ayak aralarında dolanan vurgun yemiş yorgunluklarımı
Lugatının en dip köşesine “bizi” ilmik ilmik işlemiştim.
Ne sen, sendin, ne de ben, benlikteydim..
BİZ” olan her yolda elele, omuz omuza yol alandık..
Yıllarca aradığımız, ararken hançerlendiğimiz
Suskun davalarımızın konuşma serenatlarında rolümüzü kapmıştık
Titreyen bedenlerimizi barış adına uzatılan ellere teslim edendik..
Ne sen savaşı kazanan, ne de ben savaştan yara alanlar arasındaydık.
Biz savaşı baştan kaybeden iki bilinmeyendik..
Sen konuşmadan gözlerini önüme seren
ben ise fırtına sonrası limanına sığınmış sahipsizdim
Kırılan kanadımı iyileştirmen adına
Buz kesmiş mezarlıklarında can verenim olduğu için
Kemikleşmiş ruhuma gel diye seslenendin..
Bir diğerinden farkın
Yağmur sonrası gökkuşağımı bana veren olmandı..
Bitti…
Yağmurlarımın ardından artık gökkuşağım açmıyor
Sende bıraktığım kalbim bitkisellikte çürüyor
Asılı kalan bize dair gelecek,
Geçmişten daha çok içimi yakma rolünde görev alıyor..
Köşe başı düşlerimiz, martıların yemi oldu..
Mavide hissettiğim sonsuzluk, sensiz mırıldanmalara tutsak
Sen bitirdin beni..
Acının feryat ettiği siren seslerin ortasında
Yarım olan seni, benden kopardın..
Uzun uzadıya susalım artık birbirimize..
Susalım ki;
Senden kalan güvercinimi
Yırtıcı bir kuşa dönüştürmeyelim..
O zindan gecemde akbabalara kaptırdığım
Güvercinimi!
Bu defa sana dahi parçalama hakkı veren olmayacağım..
Sus!
İçimdeki seni (Güvercinimi) Öldürme..
Sus!